29 Şubat 2012 Çarşamba

Sakın geç kalma erken gel !



Geç geldin ve ezan okunalı yıl oldu, sorumsuz böcek.
Neyse..
Önümde bilgisayar açık, tv karşıda açık ama sesi kısılmış, telefon yanımda.
Birinden biri eksilse sinir hastası gibi hareketler sergiliyorum.
Sadece tv izlemeyeli ne kadar oldu acaba ? Hiçbir şeyin tam olarak sarmadığı, her şeye sarmalanmış hayatlar yaşıyoruz.Senle dertleşmeye ihtiyaç duymam için hep dinlemem, hep bir sürü sesi sessizce izlemem gerekiyordu belki de.
Bugün arkadaşlarımla otururken farkettim, önceden facebook muhabbetleri olurdu.Şimdi konuşmaya hasret kalmışız sanki.

Eve bıraktılar beni,sesimiz de sokakta yankılanıyor.
Ulan ne güzelmiş..
En son lisede falan mı eve akşam olunca zar zor ayrılarak gidiyorduk ?
Apartmana girdiğimde gülümsüyordum,eve geldim gülümsüyordum,sonra baktım bir eksiklik.
Tabi ya face, twitter falan açık değil tv kapalı.Amanın hemen açayım öleceğim yoksa!
Kim icat ettiyse götüne girsin emi! "Hep Amerika'nın oyunları bunlar hep!"mi dedi biri?!
Ne olsa zaten Amerika'nın oyunu.He güzelim he bebeğim Amerika'nın derdi yok allah aşkına iki facede takılsın diyordu.Biz kendimizi bağımlı yapmışız, hala suçla birilerini.
Al bende senin götünü suçluyorum , şeklini beğenmedim hep onun bok yemesi bunlar!
Balım sana demedim senin ne kadar götün var ki..
Kızdım tabi ya, kızılmaz mı?
Ne güzel bir an'dı ...
Lisedeyken okuldan kaymak, beraber takılmak falan ne kadar önemliydi.Al anasını satayım şimdi serbestiz otur bütün gün beraber.Hani nerde?Ben de öyleyim şimdi yalan olmasın, kendim de lacivertiyim aynının.
Biri arasa aman yorgunum taş taşıdım, başım ağrıyor senfoni orkestrasıyla takıldım, takılmak da yetmedi sabahladım diyeceğim yakında.
En çok da o merdiven altında göt göte içtiğimiz sigaraları özledim.
Hocanın yakalamasını bile diyecektim de yok o kısım biraz...
O kadar da yakalanmadım zaten canım!
Hadi bal böceğim bi fırt çek de anılarımızı tazeleyelim.
Boğulcan lan yavaş!..

27 Şubat 2012 Pazartesi

sabahlar olmasın...


bir gece oturmasının bir de türk kahvesinin tadı başka bir şeyde yok.
sabahladığım için düzenim sürekli kayıyor ama yine de gündüze göre gece oturmasını seviyorum.
hem sevdiğim programlar gece çıkıyor bi kere. sonra sabaha kadar takılmaca.
bu takılmaca lafı da sanki barda sabahlıyorum vuu gibi görünse de
benim takılmacadan anladıoğım orda burda yazmak , bazen bira içip duygusala bağlamak,
müzik dinlemek, film izlemek falan. yok öyle zaten telefonla tık tık mesajlaştığım
triplere girme sebebi biri. e haliyle kültürlendikçe kültürleniyorum bu sayede.
vallahi ya balım sevgilim yokken araştırmacı ruhum, film eleştirmenliğim, kendi çapımda
yaratıcılığım falan artıyor.
ne olacağdı dimi ama . boş vakit dolduruyorum işte. sevgilin olsa aman nerde
aman buluşalım dertleri oluyor. ama bak bana
pijamalarımla bütün günü geçirebilme kapasitem var.
canım sıkılırsa saçımı köpek bokuna benzeyen modelde tepemde toplayıp yayılma lüksüm var
peh manikürde neymiş kime görüncek tırnaklarım zaten uzatmayı sevmem kes kökünden gitsin deme
lüksüm var.
bi kere bilgisayarda oyun oynama şansım var. hani o pinbal varya rekor üstüne rekor kırıyorum
bide sims var tabi. ulan site inşa ettim nerdeyse.
geçenlerde yer döşemeleri için yarım saat karar vermeye çalıştım.
sanki para veriyolar anasını satayım didiniyorum uğraşıyorum sonra hata verince pat siliniyor
:(.
olsun ya heves edip yeniden yapıyorum en azından.
insan kurup sonra sinir olduklarımı özellikle hizmetçiye yavsayan adamları bahçede tuzak kurup
yakarak öldürüyorum. gebersin pislikler. güzel tatlı karısına götü başı oynayan
sürtüğün tekini tercih ederse yansın şerefsiz.
aman neyse.
varya bu arada banyonun kapısı da kendiliğinden tık diyip açılıyor
yemin ederim her seferinde aklım götüme giriyor.
ha bu arada yine sevgilim olmadığından belki yemeklerle daha içli dışlı davranabiliyorum
ayıp söylemesi ama istersen sana da söyleriz balım , bu gün kuzu şiş istedim.
istemez olaydım . onu şişe nasıl dizdin be adam yumruğum kadar koymuşsun eti bir de içi pişme
miş. acaba ne anladılar çok pişsin dememden merak ediyorum.
bende lavaşını yedim balım çok açtım ne yapayım.
kendime acıdım şu an.
sanki kuzu şiş hayatımın en önemli objesi gibi davranmaktan vazgeçmeliyim.
of ya yine sabah oldu. ergen tavırlarıyla isyan etmek istiyorum. kardeşimin söyleyişiyle
istiyore. ordaki e nedir ulan istiyorum istiyor falan dersin de istiyore ne.
bir de öpüyore. götüyore yani.
nedir ordaki e daha bilenini görmedim. sanırımn ergen olmanın koşullarından biri.
bir günde sana bbm whats up falan öğrendim o maceralarımı anlatırım.
öpüyore balım.

sosyal medya mı?



iyice alıştın sende sigaramdanda otlanıyorsun farketmedim değil.
yerleşirsinde sen yakında buraya.
sosyal medya nerden çıktı dersen yine okan izlediğimi farkedersin.
bu adamı okadar eleştiriyorlar, tamam bazı gıcık yanları var ama adamdan kültür akıyor
hayranlık uyandıran çok önemli bir yan bu.yaşlandıkça üstüne oturdu bu hava.
bu günde eleştiriyorlar bir şeyleri. gördüğüm kadarıyla bu aralar biraz siyasete kaydı
programın içeriği.aynı gerçek dünyada olduğu gibi olumsuzlukların ve sorunların
altyapısı siyasete dayandırılıyor. izleyen pek çok kişi siyaseti suçladığı noktadan
ileriisini düşünmüyor. belki benim gibi düşünenlerde vardır.
ben siyaseti suçladıktan sonra siyaseti yapan, siyasetçileri seçen, memnun olan veya olmayan
özneye odaklanıyorum. yani insana. bunların hepsi kişiden çıkıp kişiye dönen bir
sistemin konu başlıkları bence. o konuların satırları da farklı düşüncelerdeki binlerce
insan.
laf söyledi bal kabağı diye yapıştırma hemen balım.bizimde üçbeş kelimelik düşünce
balonlarımız olmasın mı yani.
yaşamak yeterli yorum yapabilmek için. eleştirmek demiyorum. eleştirmek için belli bir
altyapıya ve gerekli bilgi donanımına sahip olmak gerek. yorum yapmakiçinse gördüğünü
kendi çerçevenden anlatmak ve aktarmak yeterli. ha diyeceksin yorum yaparken eleştiri
yapmamak mümkün mü?
evet zor belki de imkansız.
haber bültenleri bile artık tarafsız ve tavırsız kalamıyor.
ısıtıcı açık ama ne işe yarıyor gelen paraya değse bari. karnım açken düşünemediğim gibi
üşürkende düşüncelerim donmaya başlıyor sanki.tedaş gör beni ya götüm donuyor düşünen
genç neslin sonunu getiriyorsun. al hemen siyasete bağlayayım nerde bu devlet!
vergiler nereye gidiyor? ojem neden iki gün dayanmadan çıkıyor! biri de bizi görsün artık
ama ya. bak sinirlendim.
bu gün gelen yeni buzdolabımla birlikte servis göndermeyen ve yarın belirsiz bir saatte
geleceklerini bildiren , daha doğrusu sözcü konumundaki cadoloz karıyı bağlayacaksın
aslında siyasete. o aynı ses tonunda konuştukça yesin yumurtayı domatesi kafasına.
eylem yapasım var. aman canım kılımı kıpırdatmama da gerek yok zaten artık.
twitterdan toplaşabiliriz, facetede kurarız bir grup.al sana eylem.
tadı kalmadı onunda. evde pijamamla klavyeden fazladan atıp tutmak hani iyi güzel de
hani o meydanlardaki coşku yok.ciddi bir boyut aslında bu.
biz internetleştikçe sosyal medya devleşirken asosyal insan sayısı da bir o kadar artıyor.
sosyal olan veya öyle gözüken sadece medya. bunu meydana getiren evet insanlar
ama asosyalleşen insanlar. bizler.
oturup iki eylem yapamadıktan sonra , aynı kelimeleri haykırıp inanmanın tadına varmadıktan
sonra..
sosyalliğini yiyeyim medyanın.
seni de yerim balım.

reklam arası..


reklam arası başladı kondun hemen kucağıma.
sende sevmiyorsun demek reklamları.
sen önceki reklamları görecektin asıl.şimdikiler yaratıcı.
gsm şirketleri bence bu konuda baya iyiler. bu aralar en güldüğüm reklamlardan biri şahan gökbakarın oynadığı turkcell reklamı.
zorundamıyım diye şarkı söylüyor kadın. o çıktıkça evde zorundamıyım diyip gezer oldum.
diğer reklamında da yamyamlar kazana koymuşlar şahanı o da diyorki onu pişiren adama ,
bu kadar insanı doyuruyorsun bone taksaydın bari.
sana komik gelmedi şimdi anlatınca ama ben izlerken öyle değildi ya.
aman zaten bütün gün uç uç insanlara sür balını şans getir falan senin işinde zor.
reklamlar sarmıyor çoğu insan gibi seni de zaten.
gerçi tv izlemeye hep meraklıydım çocukken fotoğrafların çoğunda kumandayı ağzıma sokmuş olmamda sanırım
geleceğe yolladığım bir mesaj niteliğinde.
açıkça kızım o kumandayı götüne de soksan tv izleyip kahve içmek en büyük keyfin olacak na şuraya yazıyorum şeklinde.
dansöz olma hayalimi arkadaşlar arasında doktor olarak değiştirsemde bence o fotoğraflarda popomu çıkarıp
elim de belimde pozlar vermem hiç doktor olma hayali kuran çocuk izlenimi vermiyor ayrıca.
ikisi de olmadım tabii.
reklamlardan bahsediyordum.evet reklam piyasası cidden çok geniş. biz izlerken gayet sıradan gelse de aslında
o fikri reklamda görmesek aklımızın ucundan geçmez.
ama izlerken peh kıçımın kenarı ben bunu zaten geçen wc de düşünmüştüm diyebiliyoruz.
basit buluyoruz. aslında balım artık fikrim değişti. sınırlar ne kadar zorlanabilir diye düşünür oldum.
ciddi uçuk, gündemle alakalı, düşündüren, güldüren ve saniyelere bunu sığdırmayı amaçlayan bir sektör sonuçta.
reklamcı olacak bir pozumu bulup genlerimdeki yaratıcılığı vurgulamak çok hoş olurdu.
doğuştan yaratıcıydı sonunda kendine bir hamurabi yarattı ve onunla evlendi şeklinde de bir alt yazı koyuyorum hayallerime.
önce su satan sonra limonata satarak para biriktiren o çocuğun olduğu fon müziğiyle bile insanı etkileyen o banka reklamı
sanıyorum ki bir çoğumuzun etkilendiği ve unutmadığı bir reklamdı.
balım sana da izletmek lazım onu.
asıl konu reklamların hayatla iç içe olmaya başlaması.
bakıyorsun insana en yakın duyguları, en doğalı yansıtan reklamlar ayrı bir güzel.
bu kadar ağzım laf yapacağına azıcık yaratıcılığım olsaydı paraya başka bir isim takar para demezdik balım..
balım şurdan bir tl getir, ağır gelirse elli kuruşta olur. paraya bakıp başka bir isim takmakla başlayacağım yaratıcılık
serüvenime.
reklam yapma bana..

kader diye tutturmuşlar ...



öldür adamı kader de. vur çocuğunu karını kader kurbanı ol.
yok böyle bi dünya. hani suçsuz yere hapiste yatanlar falan desin de herkes bir tutturmuş kader.
teyzelerin iç çekip gözlerini yuvarlayıp en sonunda aşşağı bir noktada sabitleyerek derin derin söyledikleri
bu laf artık herkesin ağzında sakız.
amaç kılıf uydurmak. kaderi hep geniş bir harita olarak düşünürüm. bir sürü yol var ama sınırlar belli.
iradeyi bu kadar siktir edip kader diyip geçmek...
hay allahım şurda iki laf yazıcam sevgililer gününe özel jenerik geçiyor. hayır nedir arkadaş bu günler onu da anlamış
değilim
ilgi manyağı yapılmak bir gün içinde olsa hoş hadi tamam da bu abartı ne. doğru düzgün ilişki çevremde parmakla sayılacak
kadar azken hediye alan insan sayısının bu kadar çok olması yapmacıklığın daniskası gibi geliyor.
ulan ilişkinin içine etmişsin aldatmışsın yalan söylemişsin telefonunu kaçırmaktan yapışık bir uzvun gibi geziyorsun ortalıkta, sonra da sevgililer günü diye hediye alıyorsun.
evet evet sana diyorum çok götsün.
hayır hediyeyi bende severim bende sevgilim hediye alsın , dur en başında sevgilim olsun istiyorum ama
çarpık ilişkiler ağından da iğreniyorum bazen.
kader diyordum,
evet ailem çok karmaşık olaylar atlattı. ordan oraya çokça savrulduk ama en sinir olduğum kader diyip iki yana sallanan
gözlerini dolduran yalancı ve yabancı sözde akrabalar oldu. sanırsın üzüntüden evlat edinecek ama iş destek olmaya gelince
kader diyip geç... o kadar da değil balım. insanların seçimleri vardır ve bu seçimlerden sorumludurlar.
olaylar olacak, iyi yanları da mutlaka bulunacak. her şeyde hayır vardır sözüne cidden inanıyorum .
bir arkadaşımın babasının  vefatını öğrendim geçenlerde. annesi on sene önce vefat ewtmişti ,şimdi de babası.
hayatta epeyce yalnız kaldığını söylemek abartı olmaz. çok zor bir durum. bir süre yanında kaldım.
dualar tesbih çekmeler derken görevler yerine getirildi. bir de bir akrabası vardı orda baba tarafından yakın.
mal paylaşımındna bahsetmeye daha üçüncü günden başlamış.
ölüme kader diyip sallanıp ağlıyor, destek olma anlayışı beraber ağlamak. mal mülk içinse kader diyip geçmiyor direk
konuya girip kendi çıkarını gözetiyor.
ulan gelmişin oraya o kızcağızı düşün bari. acısına saygı duy.
işte insanların işine gelmeyen veya çözümü yok diye sorgulamaktan kaçtıkları için olaylara kader diyip geçmeleri
böyle bir şey.
balım sıkılmışsın..
ne yapalım kader!

Yakaladım..!

sıradan günlerden biri, belki de izmir için sıradan. sırılsıklam olmaya alıştık yağmurdan, dışarıda yapacak işte olmayınca eve gelmek farz oldu.
fransız filmlerindeki ağır ve havalı yağmur sahnesinden fırlamış halim, apartmanın önündeki kedinin elimdeki poşete atlamasıyla bir güzel bozuldu. o tek dilim pastayı benim fırlattığım yere gidip hevesle kurcalarken 
acaba kediler pasta yer mi diye düşündüm. ekmek bulamıyor, pasta yiyor. tarihi sözün haklı kanıtı.
kızım senin pastaymış fransızmış neyine deyip girdim eve.
kahve yapayım dedim ketila-yazılışını bilmiyorum- su koyup. dedim demesine ama ben üstümü değiştirirken kaynaması gereken su kaynamamış.
evet bingo!
o da bozuk bir ev aleti artık.
su kaynatıp kahvemi yaptım geçtim oturdum. ne telefon çalıyor ne bir şey. internette ne olmuş ne bitmiş diye de bir bakındım ama sarmadı. en son ev dekorasyonu oyunlarına bakarken anladım ki hepsi çocuk oyunuymuş,
ikea da dolaşıyormuş gibi hissetmedim yani.

ayrı ayrı tonlarca düşüncemle yağmurun sesini dinlemeye başladım. bu ev.. 
eşyalar aynı ama yeni taşındığım için bazen tanıdık gelmiyor. 
dört duvar bütün evler ama ne kadar farklı barındırdıkları. kendimden sıkılmanın son noktasına falan gelmiştim ki 
bi ses camdan tık tık..
yağmurdur diye önce bakmadım.
sonra minik sarı biraz da tombul arı mayanın dayısının kuzeni gibi duran böceği gördüm.
ne olduğunu anlayamadım ama camı açıp aldım avucuma.
nefes nefese kalmış, parmağımla bi damla su sürdüm ağzına.
dedi ki ,
-ben bal böceği, senin için geldim...
daha fazlasını sorsam da söylemedi.bir de dedi ki,
-anlat bir şeyler.
ne anlatacağımı bilmeden başladım...